Doğankent Dosyası, Türkiye’nin Ekolojik ve Siyasal Körlüğünün Anatomisi
Yazının Giriş Tarihi: 09.12.2025 23:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 09.12.2025 23:49
Doğankent Dosyası, Türkiye’nin Ekolojik ve Siyasal Körlüğünün Anatomisi
Türkiye, çevre politikaları açısından yalnızca geri kalmış bir ülke değil; bizzat kendi coğrafyasını bilinçli biçimde yok eden, bilimsel aklın ve tarihin tüm uyarılarını siyasal çıkar uğruna görmezden gelen bir ülke profiline sürüklendi.
En dramatik örneklerden biri de bugün Giresun’un Doğankent ilçesinde yaşanan vahşi madencilik sürecidir.
Doğankent bugün yalnızca bir ilçe değildir; bir devletin kendi toprağıyla kurduğu ilişki biçiminin göstergesidir. Ekosistem, siyaset, hukuk, jeoloji, kültür ve toplumsal gelecek tek bir noktada düğümlenmiş durumda.
Ve ülke, en kırılgan coğrafyasının tam ortasında kendi elleriyle bir felaket mimarisi inşa ediyor.
…
Dünya Bize Ne Gösterdi?
Ekolojik Yıkımın Evrensel Dersleri
Dünya, kontrolsüz madenciliğin bedelini onlarca kez ödedi. Sayfalar dolusu rapora gerek yok; birkaç tarihsel örnek bile Türkiye’nin bugün attığı adımların ne kadar yüksek risk taşıdığını çıplak biçimde ortaya koyuyor.
Romanya – Baia Mare (2000)
Siyanürlü maden atığının taşmasıyla Tuna Havzası zehirlendi. 23 ülke etkilendi. Avrupa tarihine “çevresel Çernobil” olarak geçti.
Kanada – Mount Polley (2014)
Teknik uyarılar görmezden gelindi. Atık barajı çöktü, 25 milyon metreküplük zehirli çamur göllere karıştı.
Brezilya – Mariana (2015) ve Brumadinho (2019)
Maden şirketlerinin “biz kontrol altına aldık” söylemi çöktü. 300’ü aşkın insan öldü. Rio Doce Nehri yarım yüzyıl boyunca tarım yapılamayacak hale geldi.
Bu felaketlerin ortak özelliği neydi?
Bilimsel uyarılar dikkate alınmadı. Denetim politikleşti. Şirketler devletin önüne geçti. Ekosistem kırılganlığı yok sayıldı.
Türkiye bugün bu dört başlığı aynı anda yerine getiriyor.
Ve Karadeniz, aşırı yağış rejimiyle, dik topoğrafyasıyla, heyelan duyarlılığıyla bu felaketlere 10 misli daha açık.
…
Türkiye’nin Kendi Karanlık Hafızası: Felaketlerin Nedenselliği
Türkiye, “madencilik felaketi olmaz, biz kontrol ediyoruz” diyenlerle dolu. Oysa ülkenin yakın hafızası bile bunun ne kadar tehlikeli bir yanılgı olduğunu gösteriyor.
Kozlu (1992) – 263 işçi Soma (2014) – 301 işçi Ermenek (2014) – 18 işçi Şebinkarahisar (2021) – Zehirli atık barajı patladı, tüm dere sistemi ağır metal yüklendi.
Devletin raporlarında bile “denetim eksikliği”, “ÇED zafiyeti”, “kamu otoritesinin gözetim boşluğu” yazan onlarca olay var.
Buna rağmen bugün Doğankent gibi su havzalarının tam ortasında maden genişletme girişimine izin verilmesi,bilimsel bir hata değil; siyasal bir tercihtir.
Türkiye tarihindeki çevre facialarının yüzde 90’ının ortak noktası Hukuk şirket çıkarlarını korurken, ekosistemin ve halkın çıkarı zayıflamıştır.
…
Karadeniz Coğrafyası: Bilimin En Yüksek Sesle “Dur” Dediği Bölge
Bilimsel veriler, Karadeniz’in maden faaliyeti için dünyanın en riskli ekosistemlerinden biri olduğunu söylüyor.
• Toprağın suya doygunluk oranı çok yüksek.
• Heyelan tetiklenme eşiği çok düşük.
• Yıllık yağış miktarı 1.500–2.000 mm arası.
• Su havzaları kısa mesafede birleşen dar dere yatakları üzerinde ilerliyor.
• İklim değişikliği ile birlikte 10 yıllık yağışlar 2 yılda yaşanmaya başladı.
Bu bilimsel verilere rağmen Doğankent ve çevresinde maden kapasitesi artırılıyor.
Bu durum yalnızca mantıksız değil; jeolojik intihar niteliğindedir.
Karadeniz’de ormansızlaşma:
• Heyelan riskini 4–8 kat artırır.
• Taşkın hızını 3 kat yükseltir.
• Su taşkın hacmini yüzde 40’a kadar büyütür.
• İçme suyu havzalarını zehirli ağır metal yüklü hale getirir.
• Fındık tarımını en az yüzde 15–20 düşürür.
Yani maden şirketleri kısa bir ekonomik gelir yaratırken, bölgenin 200 yıllık geçim kaynakları tasfiye ediliyor.
Bu yüksek riskli coğrafyada madencilik faaliyetinin genişletilmesini “gelişme” adıyla pazarlamak, bilime karşı işlenmiş bir kamu suçudur.
…
ÇED: Bilimi Değil, Şirketi Koruyan Bir Kılıfa Dönüşmüş Mekanizma
Türkiye’de ÇED süreci, yıllar içinde çevreyi koruyan bir mekanizma olmaktan çıkarılıp, şirketlere hızlı izin sağlayan bir “hukuki kılıf” haline getirildi.
Problemler açık:
• ÇED raporlarının çoğu “kopyala-yapıştır” formatında hazırlanıyor.
• Havza bazlı ekolojik analiz yapılmıyor.
• “Sıfır etki” iddiası verilerin çarpıtıldığına işaret ediyor.
• Katılımcı süreçler sembolik hale getirildi.
• Yerel halkın itirazı çoğu zaman hukuken dikkate alınmıyor.
• Bağımsız bilim insanları dışlanıyor.
Doğankent için askıya çıkan yeni ÇED raporunda da benzer yapısal boşluklar bulunuyor:
Heyelan duyarlılığı analizleri yüzeysel
İklim değişikliği projeksiyonları dikkate alınmamış.
Su havzası modellemesi eksik.
Kimyasal kirlilik etkileri uzun vadeli hesaplanmamış.
Bunlar teknik hata değil; siyasi tercihtir.
Çünkü kapsamlı bir bilimsel raporun sonucu şudur: Bu maden genişletilemez.
…
Siyaset Bilimi Açısından Doğankent: Bir Çıkar Ağının Ekosisteme Çöküşü
Doğankent’te yaşanan süreç, Türkiye’nin çevre politikasını yöneten siyasal-ekonomik yapının çıplak resmini çıkarıyor.
• Merkezi iktidar, çevresel karar alma süreçlerini yerel halktan koparmış durumda.
• Ruhsat politikası, bütün Karadeniz’i bir maden haritasına çevirdi.
• Şirket-devlet ilişkisi, kamu yararı kavramının üzerinde konumlanıyor.
• Yerel yönetimlerin söz hakkı sistematik biçimde zayıflatıldı.
• Yargı süreçleri geciktirilerek fiili durum yaratılıyor.
Bu yapı içinde Doğankent’in ekosistemi yalnızca “yan ürün”, halk ise “tahammül gösterici unsur” olarak konumlanmış durumda.
Oysa siyaset bilimi literatüründe bu durum çok net bir kavramla tanımlanır: Ekolojik otoriterlik.
Yani devletin, halkın yaşam hakkını ekonomik çıkar adına baskılaması.
…
Doğankent’in Kültürel-Demografik Yapısına Verilecek Zarar
Karadeniz toplumu, tarihsel olarak “dağ-köy-ekosistem” üçgeninde yaşayan, göç eğilimi yüksek bir sosyo-kültürel yapıya sahiptir. Ekosistem bozulduğunda sosyal yapı doğrudan çöker.
Araştırmalara göre;
• Ekosistem bozulunca köy terk oranı 5 yıl içinde ikiye katlanıyor.
• Tarımsal üretim düşünce genç nüfus bölgede kalmıyor.
• Ekonomik çöküş kültürel çözülmeye yol açıyor.
• Göç eden nüfus geri dönmüyor.
• Yerleşim yeri kimliği yok oluyor.
Doğankent’in yaşadığı süreç, bir çevre yıkımından daha fazlasıdır: Bir kültürel yok oluşunun başlangıcıdır.
Fındığın, derelerin, ormanların ve dağların kaybı yalnızca doğal bir kayıp değildir; Giresun’un hafızasının kaybıdır.
...
Gelecek İçin Bir Tanıklık
Bugün Doğankent’te yürütülen madencilik genişletme girişimi, yalnızca çevresel bir mesele değildir.
Bu, Türkiye’nin demokrasi anlayışının nerede durduğunu, kamusal yararı nasıl tanımladığını, bilime ne kadar kulak verdiğini ve geleceğini nasıl yok etmeye hazır olduğunu gösteren dev bir aynadır.
Doğankent bugün yalnızca bir ilçe değil.
Türkiye’nin geleceğiyle kurduğu ilişkinin aynası.
Ve o aynada gördüğümüz şey, acı ama nettir: Kısa vadeli çıkar için bir coğrafya feda ediliyor.
Bunu durdurmak, bir çevre meselesi değil; bir ülke meselesidir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ömür Yüksel
Doğankent Dosyası, Türkiye’nin Ekolojik ve Siyasal Körlüğünün Anatomisi
Doğankent Dosyası, Türkiye’nin Ekolojik ve Siyasal Körlüğünün Anatomisi
Türkiye, çevre politikaları açısından yalnızca geri kalmış bir ülke değil; bizzat kendi coğrafyasını bilinçli biçimde yok eden, bilimsel aklın ve tarihin tüm uyarılarını siyasal çıkar uğruna görmezden gelen bir ülke profiline sürüklendi.
En dramatik örneklerden biri de bugün Giresun’un Doğankent ilçesinde yaşanan vahşi madencilik sürecidir.
Doğankent bugün yalnızca bir ilçe değildir; bir devletin kendi toprağıyla kurduğu ilişki biçiminin göstergesidir. Ekosistem, siyaset, hukuk, jeoloji, kültür ve toplumsal gelecek tek bir noktada düğümlenmiş durumda.
Ve ülke, en kırılgan coğrafyasının tam ortasında kendi elleriyle bir felaket mimarisi inşa ediyor.
…
Dünya Bize Ne Gösterdi?
Ekolojik Yıkımın Evrensel Dersleri
Dünya, kontrolsüz madenciliğin bedelini onlarca kez ödedi. Sayfalar dolusu rapora gerek yok; birkaç tarihsel örnek bile Türkiye’nin bugün attığı adımların ne kadar yüksek risk taşıdığını çıplak biçimde ortaya koyuyor.
Romanya – Baia Mare (2000)
Siyanürlü maden atığının taşmasıyla Tuna Havzası zehirlendi. 23 ülke etkilendi. Avrupa tarihine “çevresel Çernobil” olarak geçti.
Kanada – Mount Polley (2014)
Teknik uyarılar görmezden gelindi. Atık barajı çöktü, 25 milyon metreküplük zehirli çamur göllere karıştı.
Brezilya – Mariana (2015) ve Brumadinho (2019)
Maden şirketlerinin “biz kontrol altına aldık” söylemi çöktü. 300’ü aşkın insan öldü. Rio Doce Nehri yarım yüzyıl boyunca tarım yapılamayacak hale geldi.
Bu felaketlerin ortak özelliği neydi?
Bilimsel uyarılar dikkate alınmadı. Denetim politikleşti. Şirketler devletin önüne geçti. Ekosistem kırılganlığı yok sayıldı.
Türkiye bugün bu dört başlığı aynı anda yerine getiriyor.
Ve Karadeniz, aşırı yağış rejimiyle, dik topoğrafyasıyla, heyelan duyarlılığıyla bu felaketlere 10 misli daha açık.
…
Türkiye’nin Kendi Karanlık Hafızası: Felaketlerin Nedenselliği
Türkiye, “madencilik felaketi olmaz, biz kontrol ediyoruz” diyenlerle dolu. Oysa ülkenin yakın hafızası bile bunun ne kadar tehlikeli bir yanılgı olduğunu gösteriyor.
Kozlu (1992) – 263 işçi
Soma (2014) – 301 işçi
Ermenek (2014) – 18 işçi
Şebinkarahisar (2021) – Zehirli atık barajı patladı, tüm dere sistemi ağır metal yüklendi.
Devletin raporlarında bile “denetim eksikliği”, “ÇED zafiyeti”, “kamu otoritesinin gözetim boşluğu” yazan onlarca olay var.
Buna rağmen bugün Doğankent gibi su havzalarının tam ortasında maden genişletme girişimine izin verilmesi, bilimsel bir hata değil; siyasal bir tercihtir.
Türkiye tarihindeki çevre facialarının yüzde 90’ının ortak noktası
Hukuk şirket çıkarlarını korurken, ekosistemin ve halkın çıkarı zayıflamıştır.
…
Karadeniz Coğrafyası: Bilimin En Yüksek Sesle “Dur” Dediği Bölge
Bilimsel veriler, Karadeniz’in maden faaliyeti için dünyanın en riskli ekosistemlerinden biri olduğunu söylüyor.
• Toprağın suya doygunluk oranı çok yüksek.
• Heyelan tetiklenme eşiği çok düşük.
• Yıllık yağış miktarı 1.500–2.000 mm arası.
• Su havzaları kısa mesafede birleşen dar dere yatakları üzerinde ilerliyor.
• İklim değişikliği ile birlikte 10 yıllık yağışlar 2 yılda yaşanmaya başladı.
Bu bilimsel verilere rağmen Doğankent ve çevresinde maden kapasitesi artırılıyor.
Bu durum yalnızca mantıksız değil; jeolojik intihar niteliğindedir.
Karadeniz’de ormansızlaşma:
• Heyelan riskini 4–8 kat artırır.
• Taşkın hızını 3 kat yükseltir.
• Su taşkın hacmini yüzde 40’a kadar büyütür.
• İçme suyu havzalarını zehirli ağır metal yüklü hale getirir.
• Fındık tarımını en az yüzde 15–20 düşürür.
Yani maden şirketleri kısa bir ekonomik gelir yaratırken, bölgenin 200 yıllık geçim kaynakları tasfiye ediliyor.
Bu yüksek riskli coğrafyada madencilik faaliyetinin genişletilmesini “gelişme” adıyla pazarlamak, bilime karşı işlenmiş bir kamu suçudur.
…
ÇED: Bilimi Değil, Şirketi Koruyan Bir Kılıfa Dönüşmüş Mekanizma
Türkiye’de ÇED süreci, yıllar içinde çevreyi koruyan bir mekanizma olmaktan çıkarılıp, şirketlere hızlı izin sağlayan bir “hukuki kılıf” haline getirildi.
Problemler açık:
• ÇED raporlarının çoğu “kopyala-yapıştır” formatında hazırlanıyor.
• Havza bazlı ekolojik analiz yapılmıyor.
• “Sıfır etki” iddiası verilerin çarpıtıldığına işaret ediyor.
• Katılımcı süreçler sembolik hale getirildi.
• Yerel halkın itirazı çoğu zaman hukuken dikkate alınmıyor.
• Bağımsız bilim insanları dışlanıyor.
Doğankent için askıya çıkan yeni ÇED raporunda da benzer yapısal boşluklar bulunuyor:
Bunlar teknik hata değil; siyasi tercihtir.
Çünkü kapsamlı bir bilimsel raporun sonucu şudur: Bu maden genişletilemez.
…
Siyaset Bilimi Açısından Doğankent: Bir Çıkar Ağının Ekosisteme Çöküşü
Doğankent’te yaşanan süreç, Türkiye’nin çevre politikasını yöneten siyasal-ekonomik yapının çıplak resmini çıkarıyor.
• Merkezi iktidar, çevresel karar alma süreçlerini yerel halktan koparmış durumda.
• Ruhsat politikası, bütün Karadeniz’i bir maden haritasına çevirdi.
• Şirket-devlet ilişkisi, kamu yararı kavramının üzerinde konumlanıyor.
• Yerel yönetimlerin söz hakkı sistematik biçimde zayıflatıldı.
• Yargı süreçleri geciktirilerek fiili durum yaratılıyor.
Bu yapı içinde Doğankent’in ekosistemi yalnızca “yan ürün”, halk ise “tahammül gösterici unsur” olarak konumlanmış durumda.
Oysa siyaset bilimi literatüründe bu durum çok net bir kavramla tanımlanır: Ekolojik otoriterlik.
Yani devletin, halkın yaşam hakkını ekonomik çıkar adına baskılaması.
…
Doğankent’in Kültürel-Demografik Yapısına Verilecek Zarar
Karadeniz toplumu, tarihsel olarak “dağ-köy-ekosistem” üçgeninde yaşayan, göç eğilimi yüksek bir sosyo-kültürel yapıya sahiptir. Ekosistem bozulduğunda sosyal yapı doğrudan çöker.
Araştırmalara göre;
• Ekosistem bozulunca köy terk oranı 5 yıl içinde ikiye katlanıyor.
• Tarımsal üretim düşünce genç nüfus bölgede kalmıyor.
• Ekonomik çöküş kültürel çözülmeye yol açıyor.
• Göç eden nüfus geri dönmüyor.
• Yerleşim yeri kimliği yok oluyor.
Doğankent’in yaşadığı süreç, bir çevre yıkımından daha fazlasıdır: Bir kültürel yok oluşunun başlangıcıdır.
Fındığın, derelerin, ormanların ve dağların kaybı yalnızca doğal bir kayıp değildir; Giresun’un hafızasının kaybıdır.
...
Gelecek İçin Bir Tanıklık
Bugün Doğankent’te yürütülen madencilik genişletme girişimi, yalnızca çevresel bir mesele değildir.
Bu, Türkiye’nin demokrasi anlayışının nerede durduğunu, kamusal yararı nasıl tanımladığını, bilime ne kadar kulak verdiğini ve geleceğini nasıl yok etmeye hazır olduğunu gösteren dev bir aynadır.
Doğankent bugün yalnızca bir ilçe değil.
Türkiye’nin geleceğiyle kurduğu ilişkinin aynası.
Ve o aynada gördüğümüz şey, acı ama nettir:
Kısa vadeli çıkar için bir coğrafya feda ediliyor.
Bunu durdurmak, bir çevre meselesi değil; bir ülke meselesidir.